14 Mayıs 2013 Salı

İki biyografi - Maus ve Persepolis

Biyografinin çizgi romanda ele alınması biraz nadir görülen bir şeydir. Benim de bu konuda bildiğim iki tane eser vardı. Bu eserlerin adları Maus ve Persepolis . İngilizcelerini okuyup beğendiğim bu eserleri kitap fuarında indirimli bulunca arşivime katma şansı elde ettim. Türkçe çevirileri oldukça başarılı bir şekilde yapılmış  büyük bir hata bulamadım , önemli vurgular kaçırılmamış , rahat anlaşılır bir okunuşları var. Şimdi eserler hakkında ki görüşlerimi anlatayım.






İlk eserimiz Maus : Bir hayatta kalma hikayesi. Yazar ve çizeri ikinci dünya savaşından sonra doğmuş olan Art Spigel. Hikaye babasının gözünden ebeveynlerinin ve ailesinin bazı fertlerinin savaş sırasında yaşadıklarını anlatıyor. Art Spiegel çizgi film sektöründe çalışan bir çizer , bu işe çizgi bant çizeri olarak başlamış daha sonra underground comix denen bağımsız dergilerde kısa hikayeler çizerek devam etmiştir.  Büyük eseri Maus'u tamamlaması tam on üç sene sürmüş , eserin taslakları olan babasının anlattıklarından yola çıkarak çizdiği kısa stripler, kendisinin yardımcı editör olduğu Raw adlı bağımsız çizgi roman dergisinde yayınlamıştır , yayın süresi bölümler halinde 1980 yılında başlayıp 1991'de sona ermiştir.. Eser büyük bir sansasyon yaratıp olumlu tepkiler almış ve 1992 yılında Pulitzer ödülünü kazanan ilk grafik roman olmuştur.

Öykünün konusuna ve çizimlerine gelirsek , hikaye yazarın babası ile yaptığı röportajlar ve günlük hayatta babasıyla ilgili yaptığı gözlemler üzerine kuruludur. Hikayenin en güçlü taraflarından birisi biyografisi anlatılan kişi Vladek'i bütün özellikleriyle tanıtmasıdır. Savaş sırasında yaşadıklarıyla daha sonra röportajı verirken ki yaşlı halinden kesitlerin sunulması karakteri iyi ve kötü yönleriyle tam anlamıyla tanımamızı sağlıyor. Burada hızlı bir şekilde çizimlere girip nasıl hikayeyi sıra dışı bir anlatım türüne çevirdiğinden bahsetmeliyim. Hikayede geçen bütün karekterler hayvan olarak çizilmiş , bütün yahudiler (Yazar ve babasıda dahil) fare olarak çizilmiş , hikayenin adı bu yüzden Maus (fare anlamına gelir) olarak geçiyor. Almanlar Kedi, Poloyalılar Domuz , Fransızlar kurbağa, İsveçliler Geyik ,Amerikalılar Köpek ve İngilizler Balık olarak çizilmiş. Bence hikayeyi gerçektende sıra dışı hale getiren özellik bu , neden polanyalılar domuz ? acaba bu şekilde metaforlarla ne anlatmaya çalışıyor ? gibi farklı  anlamlar çıkarabiliyorsunuz. Kullanılan bu hayvan metaforu hikaye anlatımını katkat  güçlendirip daha öncesinde anlatılmış bir çok yahudi soykırımıyla ilgili yapımlardan farklı kılıyor.



Tabi bütün başarıyı bu metafora bağlamak doğru olmaz , hikaye oldukça güzel işlenmiş, klişe haline gelmiş  olan sürekli Almanların kıyıp kesim yaptığı sahneler gösteren materyallerden çok daha derin ve olayların arkaplanıyla ilgilenen bir özelliği var. Vladek ve ailesi Polonya'da yaşayan yahudiler , işgalden sonra Polonyalıların değişen tutumlarını görmek bir kısmının yardım etmesi (çoğunlukla ücret karşılığı) , bir kısmınınsa bir anda nazilere dönüşmesi , bütün savaş boyunca Polonyalı ile anlaşıp çöp dökme yerinde gizlenen yahudiler,  Yahudilerin kendi aralarında farklılaşması , gettolarda hayatta kalmak için nazilerin emrine giren yahudiler , birbirlerini satanlar yada dayanışanlar, servetlerine rağmen kendini kurtaramayanlar ve dahası savaş koşullarını mükemmel bir şekilde yansıtıyor.

Hikayenin esas ön plana çıkardığı şey ise Vladek'in mükemmel hayatta kalma yeteneği ve azmi. Ufak yeteneklerini ve insan etkileşimlerini mükemmel şekilde kullanarak birçok şeyin üstesinden gelmesini şaşırarak okuyorsunuz, mesela bir bölümde toplama kampında bir polonyalı gestapoya  ingilizce öğreterek (gestapo savaşın gidişatından haberdardır) yiyecek ve düzgün kıyafet elde etmesi , bu bağlantısı sayesinde kampta farklı işlere girebilmesi (kampta çalışmayanlar doğru gaz odasına) , hatta karısı ile haberleşme imkanı bulup ona kötü davranan bir Polonyalı gestaponun ayakkabısını tamir ederek farklı mumamele görmesini sağlaması takdir edilecek şeyler. Tabi ki karekterin yaşlı huysuz haline dönüş kısmına gelince onun kötü taraflarınıda görüyoruz. Mesela kitabın unutamadığım bir bölümü ; yazar , karısı ve babasıyla arabada gezerken karısı durup bir siyah amerikalı otostopçuyu arabasına alır , babası inanılmaz şekilde tepki verip otostopçuyu siyah olduğu için aşağılar , gelini ona bu ne perhiz manasına gelen sözler söyleyince , bir swartzer (yahudilerin siyahlar için kullandığı aşağılama ) ve yahudiyi aynı kefeye koyamazsın cevabını verir. Ayrıca Art Spigel'in kendi içinde yaşadığı karmaşaları gösterdiği bölümde en sevdiğim kısımlardan birisi. Başarısını yahudi cesetleri üzerine inşa ediyormuş gibi suçluluk duygusunu gösterdiği bölüm , röportajcıların ve pazarlama simsarlarının sorularıyla sıkıştırması (eğer israil yahudilerini çizseydiniz hangi hayvanı seçerdiniz sorusuna verdiği oklu kirpi cevabına çok güldüm) ve bunları yansıtması çok başarılı.

Sonuç olarak bu kitap oldukça iyi bir biyografi , savaş koşullarını yaşanan acıları muhteşem bir biçimde anlatıyor , özellikle salt bir kıyım eleştirisi yerine insanları temel alması çizgiromanla ilgilenmeyenler için bile okunbilecek iyi bir hikaye haline getiriyor. Kesinlikle tavsiye ediyorum.




Gelelim Persepolis'e  , bu eser ise bir otobiyografi yani yazar kendi hayatını anlatıyor . Eserin yazarı ve çizeri Marjane Satrapi, Fransada  yaşayan bir İranlı. Eserinde çocukluk ve gençlik dönemlerini anlatıyor , çocukluğu tam şah rejiminin devrilip islam devriminin gerçekleştiği yıllarda geçiyor ,  İran'ın değişen hayat tarzını onun gözünden anlatılışını okuyoruz. Çizimler Fransız ekolünün etkisinde, basit fakat çok güçlü çizimler  . Hikayeye gelirsek üç aşamadan oluştuğunu söyleyebilirim yazarın çocukluk dönemi ve o dönemde İran , ergenlik dönemi ve yurt dışında okuma macerası, ergenlik döneminin sonu ve İran'a geri dönüş. 

Birinci bölüm Şah rejiminin yıkılış dönemiyle başlar , bu bölümde karakterleri tanımaya başlayıp şah döneminde gerçekleşen bazı olayları görürüz . Marji'nin ailesi İran'ın üst tabakasından modern bir aile ve şah rejimine muhalifler , kızlarını da genç yaşta entellektüel açıdan iyi yetiştirmeye gayret etmişler. Bu bölümün eğitici bir tarafı olduğunu söyleyebilirim , daha önce devrilen Şah'ın aslında babasının başka bir hanedanı (Kadjar hanedanı) 1941 yılında devirip başa geçtiğini öğrendim. Bu arada bu kısımda gurur duyduğum bir karşılaştırma var Kadjar hanedanını deviren Rıza Pehlevi'nin nasıl başarısız bir batılı kuklası olduğunu ve Atatürk'ün ne kadar büyük bir lider  olduğu kısa bir şekilde geçiyor. Bu arada yazar anne tarafından Kadjar hanedanından geldiğini belirtiyor. Birkaç sayfa sonra Şah'ın devrilişi gerçekleşiyor ve sonrasında rejim muhaliflerinin tamamının serbest bırakılmasıyla hikaye gerçek anlamda başlıyor. Serbest bırakılanlar arasında Marji'nin amcasıda var ve ailenin bazı yakın arkadaşlarıyla tanışıyoruz.  Ünlü İslam devrimi gerçekleşir ve şahı devirmek için birleşen kesimler arasında ciddi ayrışma başlar . Serbest bırakılan sol görüşlü Şah muhalifleri teker teker devrim muhafızları tarafından avlanmaya başlar. Düzmece seçim , muhaliflerin protestosunun şiddetle bastırılması, ülkeyi terk eden aileler ve her şeyin düzeleceğine inanan Amca karakterinin de devrim muhafızları tarafından  tutuklanıp sonra da infaz edilişi ilgi çekici ve duygusal olarak etkileyici. Sonrasında ise önemli bir tarihi olay olan İran - Irak savaşı başlar . Çizgi romanın en beğendiğim kısımlarının bu bölüm olduğunu söyleyebilirim . Savaşın gölgesinde yaşam ve rejimin zayıflamaması için giderek sertleşen önlemler harika bir şekilde anlatılıyor. Bu bölümde bir Türkiye övgüsü daha var, Marji'nin ebeveynleri başbaşa kafa dinlemek için Türkiye'ye tatile çıkmaya karar veriyor , Marji başta Türkiye'ye burun kıvırıyor , sonra babası kaçak malların nereden geldiğini zannediyorsun diye sorunca fikri anında değişip alışveriş listesi yapmaya başlıyor. İstedikleri gelince Türkiye'yi çok seviyorum demesi gururumu okşayan bir kısım. Daha sonrasın da zorlaşan eğitim hayatı ve savaş gölgesinde hayat koşuları yüzünden aile Marji'yi eğitimi için Avusturya'ya gönderir ve birinci bölüm tamamlanır.

İkinci bölüm Marji'nin ergenlik çağı ve avrupa kültürüyle tanışmasını anlatır. Bu bölümde biraz tempo düşüyor , hafiften sıkıldığımı belirtmeliyim fakat ara ara ilgi çekici kesitler var . Bölümün sonunda Marji kültür farkına alışamayıp hüsrana uğramış bir şekilde İran'a geri döner.

Son bölümde ise hikaye tekrar ilgi çekici hale geliyor. Yurt dışına çıkarken devam eden savaş artık sona ermiştir fakat izleri hala görülüyor. Rejimin artık tamamen kontrolü sağlayışı ve değişen yaşam tarzı ve Marji'nin bunalıma girdiği dönemler son bölümün başlarında anlatılıyor. sonrasında kendini toparlayan Marji Üniversitede sanat bölümüne gidiyor, orada yeniden kendisine gelişi ve bir erkekle ilişkisi başlıyor. Bu bölümde benim için kitabın en unutulmaz kısımı geçiyor. Marji erkek arkadaşıyla buluşacağı sırada makyajı biraz fazla kaçırır , devrim muhafızlarının devriye gezdiğini görünce , kendi halinde oturan bir adamı gözüne kestirip devrim muhafızlarının yanına koşarak , o adamın kendisine laf attığını söyler , adam her ne kadar suçsuz olduğunu haykırsada muhafızlar yaka paça adamı götürürler. Unutulmaz kısım Marji eve döndükten sonrasıdır , evde sadece ninesi vardır gülerek ona bu olayı anlatınca , ninesi onu sert bir şekilde azarlar, ona amcasını hayatı boyunca masum insanları savunmaya çalışan bu uğurda ölen amcasını hatırlatır ve Marji'yi korkaklıkla suçlayıp gider. Ninesinden ilk defa azar yiyen  Marji bir daha asla olmayacağına söz verir. Sonrası o dönemin  önemli olayları yakın çevresinin yaşadığı olaylar ve erkek arkadaşıyla evlenmesiyle devam eder. Fakat kocasıyla mutlu olamayıp boşanır daha sonra çizim yeteneğiyle başarı yakalayıp Fransa'ya yerleşir ve hikaye burada sonlanır.

Bu iki eserden hangisi daha iyi derseniz ben Persepolis'i daha güçlü buluyorum. Maus'ta mükemmel bir hikaye fakat büyük ihtimalle bize daha yakın bir coğrafyayı anlattığı için Persepolis daha fazla hoşuma gitti. Bir çok yerde bu eserle ilgili saçma sapan islam düşmanı , islamı kötülüyor gibi saçma sapan yorumlar görebilirsiniz , fakat bunlar tamamen derinlikten uzak sığ yorumlar. Persepolisin ana fikri tamamen özgürlük üzerine. İran halkını çok daha iyi anlattığını da eklemeliyim , hiçbir şekilde onları kötülemiyor aksine tamamının şu anda iktidardaki kişiler gibi olmadığını anlatıyor. Özellikle geçmişteki olayların anlatıldığı kısımlar şahane , insanların özgürlük için mücadele etmesi fakat sonucunda çok daha büyük bir esarete düşmeleri harika anlatılıyor. Bu eser bir animasyon filmine uyarlanıp oscara bile aday oldu, animasyon eserini güzel bulsamda , özellikle müzikler görsel anlatıma çok şey katıyor, çizgiromanın çok daha tatmin edici bir sonunun olduğunu (uzunluğundan animasyonda kesilmesi zorunlu bölümler etkilemiştir) söylemeliyim. Persepolis aslında ne kadar birbirimize yakın halklar olduğumuzu gösteriyor ve İranlılara bakış açımı da büyük ölçüde etkiledi , aslında iki halk İslam devriminden önce birbiriyle ne kadar benzermişler. Hikayede açık şekilde Avrupalı ve Amerikalılara yönelik eleştiriler var ama eleştirilerin çoğunluğu rejimin yaptığı zalimliklere, belki şah yabancıların kuklasıydı ve yerine geçenler daha bağımsız hale geldi ama büyük ölçüde insanlarının mutsuzluğu üzerine kurulmuş bir şey. Özellikle insanların İslam Devrimi başlarında nasıl endişelerinin tek tek gerçekleştiğini , bir anda modern yaşayanların anında rejimin istediği biçimlere girmesi , karşı çıkanların sert şekilde sindirilmesi çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. Ülkemiz ise tamamen olumlu şekilde yansıtılıyor , böyle dünyaca okunan bir eserde ülkemizin harika tasvirinin ne kadar önemli olduğu anlatılamaz. Böylece büyük önderimiz Atatürk'e birkez daha ne kadar şükran duysakta az geldiğini tekrar görüyoruz , onun kararlılığına ve yeteneğine sahip olamayanların ülkelerini ne hale getirdiği ortada . Bu eser özellikle Atatürk'ü değil Humeyni'yi seviyorum zihniyetinde olanların okuyup farkı anlamasını sağlar , çizgi roman açısından güçlü , bir biyografi açısından çarpıcı ve etkileyici  şiddetle tavsiye ediyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder